Bu yazıda neler okuyacaksınız?
İnkılap Tarihi KPSS ders notlarının son bölümde 1923-1939 Yılları Arası Dış Politika konusu ile İnkılap tarihi notlarımızı bitiriyoruz. Konumuzu 1923-1930 Yılları arası ve 1930-1939 Yılları arası dış politikalar olmak üzere iki kısımda inceleyeceğiz.
1923-1939 YILLARI ARASI TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
1923-1930 Yılları Arası Türkiye’nin Dış Politikası
- Bu dönem Türkiye’nin dış politikası, Lozan’dan geriye kalan sorunların çözümlenmesine ve Lozan’da alınan kararların uygulanmasına yönelik olmuştur.
- Bu dönemde komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmak, meydana gelen sorunları barışçı yollarla çözmek ve büyük devletlerle olan ilişkileri normalleştirmek amaçlanmıştır.
Irak Sınırı ve Musul Sorunun Çözümü (5 Haziran 1926)
- Lozan’da bu sorun çözümlenememiş, Türkiye ile İngiltere’nin mandası altındaki Irak Hükümeti arasında 9 ay içerisinde başlayacak ikili görüşmelere bırakılmıştı.
- Musul Sorunu ile ilgili görüşmeler, 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başladı. Konferansta taraflar, Lozan’daki tutumlarında değişiklik yapmayınca, herhangi bir uzlaşmaya varılamadı (Haliç Konferansı).
- İngiltere, Türkiye’nin tutumunu yumuşatmadığını bahane ederek, Türkiye – lrak hattında bazı sınır olayları çıkarttı ve kendi istekleri kabul edilmezse, bu bölgede askeri bir harekâtta bulunacağına dair Türk Hükümeti’ne bir ültimatom verdi.
- Türkiye bu ültimatoma, “sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü tedbire başvuracağı” şeklinde karşılık verince, İngiltere askeri bir harekâta girişmeye cesaret edemedi.
- Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak, sorunun çözümlenmesinde Lozan Antlaşması hükümlerince yardımcı olunmasını istemiştir (30 Eylül 1924). Cemiyet’in oluşturduğu komisyon, yanlı bir karar alarak Musul’un Irak’a bırakılmasını uygun görmüştür.
- Bu karara tepki gösteren Türkiye Cumhuriyeti, sorunu daha sonra “Uluslararası Lahey Adalet Divanı”na götürmüşse de buradan da olumlu bir sonuç alamamıştır.
Not: İngiltere, adı geçen bu uluslar arası örgütlerde etkin olduğundan, Türkiye’nin lehine karar çıkmasını engellemiştir.
- Türkiye, son çare olarak Musul üzerine askeri harekâtta bulunmak için orduyu teyakkuza geçirdi ve hazırlıklara başladı.
- İngiltere, bu harekâtı önlemek için Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Şeyh Sait İsyanı’nın çıkmasında ve yayılmasında önemli bir rol oynadı (13 Şubat 1925)
- İngiltere’nin planı gerçekleşti ve Türkiye Şeyh Sait İsyanı’ndan dolayı zayıf düşerek, askeri harekâtı başlatamadı.
- Bütün bu olaylar nedeniyle Türkiye konunun üzerine daha fazla gidemedi. Ayrıca Türkiye’nin içeride çözüm bekleyen ekonomik ve sosyal sorunları da vardı.
Sonuçta Türkiye ve İngiltere arasında Ankara Antlaşması (5 Haziran 1926) imzalanmıştır. Buna göre;
- Musul ve Kerkük İngiltere’nin mandasındaki, Irak Hükümeti’ne bırakılacak,
- Musul petrollerinden sağlanan vergi gelirlerinin % 10 hissesi 25 yıl süre ile Türkiye’ye bırakılacak.
Not: Türkiye bu % 10’luk hisseyi 1930 yılına kadar 4 yıl süre ile aldı. 1930’da dünyada etkili olan ekonomik bunalım nedeniyle, geri kalan 21 yıllık hissesini 500.000 İngiliz Sterlini karşılığında İngiltere’ye bırakmıştır.
Not: Musul – Kerkük Türklerinin kültürel hakları saklı tutulmuş; Hakkâri sınırlarımıza dâhil edilerek bugünkü Irak sınırımız çizilmiştir.
Not: Irak sınırı (Musul Sorunu), Misak-ı Milli’ye aykırı olarak çözümlenmiştir.
Yabancı Okullar Sorunu (1926)
- Lozan Antlaşması’nda, Türkiye’de bulunan yabancı okulların durumu ve uyacakları esaslar karara bağlanmıştı.
- Buna göre, bu okulların uyacakları tüzük ve yönetmelikleri Türk Hükümeti belirleyecekti.
Türkiye Cumhuriyeti, Lozan’ın bu kararını dikkate alarak 1926 yılında Maarif Teşkilatı Kanunu’nu çıkararak yabancı okullarla ilgili şu esasları belirlemiştir;
- Müfredat programları Türk Milli Eğitim Bakanlığı’nca belirlenecek,
- Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi ve sosyoloji derslerini Türk öğretmenler, Türkçe olarak okutacak,
- Bu okullara birer Türk yönetici tayin edilecek,
- Bütün yabancı okulların yönetici ve öğretmenleri sicilleri incelenerek Türk Hükümeti tarafından tayin olunacak,
- Yabancı okulların bütün kayıtları Türkçe tutulacak,
- Yabancı okullarda Türkiye ve Türklük aleyhinde siyasi çalışmalar yapılmayacak,
- Bu okullardaki yabancı uyruklu öğretmenler, dini kıyafetlerle derse girmeyecek ve dini ayin salonları kaldırılacak,
- Yabancı okullar, gerekli görüldükçe Milli Eğitim Bakanlığı müfettişleri tarafından denetlenecek, kurallara uymayanlar tespit edilirse kapatılacaktır.
- Bu kararlara uymayan bazı okullar kapatıldı. Kapatılan okulların müdürleri, uyruğunda oldukları devletlerin elçilikleri aracılığıyla Türkiye Hükümeti ile 1926 yılında yabancı okulların durumunu yeniden görüşmek üzere teklifte bulundular.
Not: Türkiye’de en fazla Fransızlara ait okul olduğundan sorun genelde Fransa ile Türkiye arasında yoğunlaştı.
- Türkiye Cumhuriyeti bu olayın kendi iç sorunu olduğunu ve bu görüşme teklifinin bağımsız devlet olma anlayışıyla bağdaşamayacağını belirterek, teklifi reddetmiştir. Böylece yabancı okullar sorunu kesin olarak çözümlendi ve bu okulların tamamı Milli Eğitim Bakanlığı ilkelerine bağlı hale getirildi.
Not: Yeni Türk Devleti’nin Lozan’dan sonra dış politikadaki ilk siyasi başarısını yabancı okullar konusundan taviz vermeyerek elde etmiştir.
Nüfus Mübadelesi (Değiş-Tokuş) Sorunu (Etabli Anlaşmazlığı) (1926-1930)
- Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasındaki bu önemli sorun, aslında Lozan Antlaşması’nda çözümlenmişti.
- Buna göre, İstanbul ve Batı Trakya dışında kalan Türk ve Rum nüfusun karşılıklı olarak değiştirilmesi kararlaştırılmıştı.
- Bu maddelerin uygulanması sırasında; Yunanistan, İstanbul’da daha fazla Rum bırakmak isteyince değişim çıkmaza girdi.
Not: Yunanistan’ın bu konudaki amacı; Büyük Yunanistan (Megali İdea) idealine kavuşmak için İstanbul’da çok sayıda Rum’u bulundurmaktı.
Not: Türkiye Lozan’da, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan önce İstanbul Belediye sınırları içinde yerleşmiş olan Rumların, değişimin dışında tutulmasını kabul etmişti. Ancak, Yunanistan daha sonra (1924’te) 30 Ekim 1918’den sonra İstanbul’da bulunan her Rum’un yerleşmiş sayılmasını istedi.
- Türkiye, bütün bu gelişmeler üzerine sorunu Uluslararası Adalet Divanı’na götürdü. Fakat Adalet Divanı da sorunu çözemedi.
- Anlaşmazlık iki devletin siyasi ilişkilerine de yansıdı ve Yunanistan, Batı Trakya’da bulunan Türklerin mal varlıklarına el koydu. Buna karşılık Türkiye de İstanbul’da bulunan Rumların mal varlıklarına el koyunca gerginlik iyice arttı.
- Sonunda iki taraf Lozan’ı esas alarak 1 Aralık 1926’da anlaşmaya vardılar (II. Dünya Savaşı tehlikesi başladı.). Antlaşmanın uygulamasında bazı anlaşmazlıklar devam edince, 10 Haziran 1930’da yeni esaslarla bir antlaşma imzalandı (Ahali Mübadelesi Antlaşması) ve uzun süredir taraflar arasında devam eden huzursuzluk sona erdi. 1930 yılında, Yunanistan’dan 500 bin Türk Türkiye’ye gelirken, 1,5 milyon Rum da Yunanistan’a gitmiştir.
Not: 1930’da Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Türkiye’yi ziyaret etmesi ve hemen ardından Başbakan İsmet İnönü’nün Atina ziyareti iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesini sağlamıştır.
Not: Yunanistan ile 1930’dan sonra başlayan iyi ilişkiler 1934’te Balkan Antantı’nın kurulmasında etkili olmuştur. Yunanistan ile Türkiye arasındaki iyi ilişkiler 1954’te çıkan Kıbrıs Sorunu ile yeniden bozulmuştur.
Fransa İle Borçlar Sorunu
- Lozan Antlaşması’nda çözümlenen Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar sorunu, antlaşma sonrasında ödeme şekli devletlerarasında alınacak kararlara bırakılmıştı.
- Alacaklı devletler içerisinde en fazla paya sahip olan ülke Fransa idi. Bu nedenle 1928’de Paris’te bir antlaşma yapılmış ve Osmanlı borçlarının ödenmesi bir sisteme bağlanmıştır.
Not: Osmanlı borçları nedeniyle Türkiye’yi en fazla Fransa uğraştırmıştır.
- 1929’da bütün dünyada etkili olan ekonomik kriz Türkiye’yi de etkiledi ve borçların ödenmesi güçleşti.
- Bu dönemde ABD Cumhurbaşkanı Hoover bir moratoryum (borç erteleme) yayınlayarak, borçların ödenmesini geciktirecek bir sistemi gündeme getirmiştir.
- Bunun üzerine Türkiye Hoover Moratoryumu’ndan yararlanarak borçların ertelenmesini istedi ve 22 Nisan 1932’de Paris’te yapılan yeni bir sözleşme ile borçların faizi indirilerek taksitlerle ödenmesi kararlaştırıldı.
- Böylece borçlar sorunu çözümlendi ve Türkiye 1954’e kadar bütün borçlarını ödedi.
Not: Bu dönemde Türk – Fransız ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen bir başka konu da Bozkurt adlı Türk gemisiyle, Lotus adlı bir Fransız gemisinin 1926’da Midilli adası yakınlarında çarpışmasıyla ortaya çıkan durum üzerine başlayan Bozkurt – Lotus Davası’dır. Bu davanın 1927’de Milletlerarası Adalet Divanı’nda Türkiye lehinde çözümlenmesi ile Türkiye – Fransız ilişkilerinde yaşanan gerginlik son bulmuştur.
Not: Fransa ile yaşadığımız bir başka sorun da Fransız şirketi tarafından yapılan Adana – Mersin yolunun Yeni Türk Devleti tarafından millileştirilmesi olmuştur. Fransa buna itiraz etmiş ve konu 1929’da Yeni Türk Devleti lehine çözülmüştür.
Not: Fransa ile ilişkilerimiz Hatay Sorunu nedeniyle geç düzelmiştir.
1930-1939 Yılları Arası Türkiye’nin Dış Politikası
- Türkiye bu dönemde büyük devletler ile yakın siyasi ilişkiler kurmuştur.
- Bölgesel ve uluslar arası paktlara katılarak dünya barışına katkıda bulunmuş ve kendi güvenliğini ve gücünü de artırmıştır.
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam’a) Girişi (18 Temmuz 1932)
- Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı sonunda Wilson İlkeleri’nden hareketle ve 1919 Paris Barış Konferansı kararları gereğince kurulmuştu (10 Ocak 1920)
- Amacı, uluslararası sorunları barış yoluyla çözmek, yeni bir genel felaketin önüne geçmek, yenilen devletlerin ezilmelerini önlemek ve siyasal – kültürel ilişkileri barış içinde geliştirmekti.
- Milletler Cemiyeti, İngiltere’nin etkisi altında kaldığından, başlangıçta amaçlandığı gibi barışa yönelik çalışmalar yapılamadı ve zamanla büyük devletlerin çıkarlarını koruyan yanlı bir kurum haline geldi. 1930’lu yıllarda II. Dünya Savaşı tehlikesi belirmeye başlayınca, Türkiye’nin jeopolitik önemi ve bölgesinde izlediği barışçı politikalar göz önüne alınarak, 1932’de cemiyete üye olma çağrısı yapıldı.
- Türkiye, Cemiyetin amacından uzaklaştığını bildiği halde 18 Temmuz 1932’de İspanya’nın teklifi ve Yunanistan’ın desteği ile Cemiyet’e üye oldu ve 1934’de Konsey üyeliğine seçildi.
- Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne giriş amacı, dünya barışına katkıda bulunmak ve güçlü devletlerarasına girerek dış politikada karşılaştığı sorunları çözebilmek için diplomatik destek edinmektir.
Not: Türkiye, 1936’da Boğazlar ve 1939’da Hatay Sorunları’nın çözümünde bu politikalarının olumlu sonuçlarını almıştır. Milletler Cemiyeti, bir süre sonra kuruluş amaçlarından iyice uzaklaşınca II. Dünya Savaşı sonrasında kapatılmıştır (savaş sonrası Birleşmiş Milletler adıyla tekrar kurulmuştur.).
Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
- Sömürgeciliğe yönelik yayılmacı bir dış politika izleyen Faşist İtalya ve Nazi Almanyası’nın 1933’ten itibaren dünya barışını tehdit etmeye başlamaları üzerine, Balkan Devletleri arasında bir yakınlaşma ve siyasi işbirliği isteği doğdu.
Not: İtalya, Balkanları ve Doğu Akdeniz’i yayılma alanı seçmiş, Asya ve Afrika’da yayılma emellerini açıklamıştı. Ayrıca, Almanya’nın da Doğu Avrupa’da kaybettiği toprakları geri almaya ve Ortadoğu’da etkinlik kurmaya yönelik amaçları vardı.
Not: Türkiye ile Yunanistan arasında 1930’dan itibaren başlayan dostluk ve yakınlaşma Balkan Antantı’nın kurulmasında temel etkendir.
- 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında, Atina’da imzalanan Balkan Paktı’na göre;
- Sınırlar karşılıklı olarak güvence altına alınacak,
- Paktı imzalayan devletler birbirlerine danışmadan herhangi bir siyasi antlaşma imzalamayacak ve siyasi bir harekette bulunmayacak,
- Herhangi bir tehlike karşısında ortak savunma yapılacak,
- Üye ülkeler ekonomik konularda, karşılıklı çıkarları göz önünde bulundurmak şartıyla işbirliği yapmayı kabul edecekler
Önemi; Türkiye bu pakt ile II. Dünya Savaşı öncesinde batı sınırlarını güvence altına almıştır.
Not: Bulgaristan, yayılmacı bir siyaset taraftarı olduğundan (Makedonya konusunda Yunanistan ve Yugoslavya ile sorun yaşadığından, Ege Denizi’ne inmek ve Romanya’dan Dobruca’yı almak istediğinden); Arnavutluk da İtalya’nın etkisi altında bulunduğundan Antant’a katılmamıştır.
Not: Almanya ve İtalya’nın etkisiyle Yugoslavya, pakt dışında kalan Bulgaristan ile 24 Ocak 1937’de bir iş birliği antlaşması imzaladı. Bu durum ise Balkan Antantı’nı yaralamıştır.
Not: 1939’da II. Dünya Savaşı’nın çıkması ile birlikte bu pakt geçerliliğini yitirmiştir.
Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
- Lozan Barış Antlaşması’nda Boğazların yönetimi, Türkiye’nin başkanlığında uluslararası bir komisyona bırakılmıştı. Ayrıca Boğazlar askersiz bölge haline getirilmiş, Türkiye’nin Boğazların her iki yakasını 15’er km askerden arındırması da kararlaştırılmıştır (Bu durum egemenlik haklarına aykırıdır.)
- Dünya Savaşı’ndan sonra büyük umutlarla başlatılan silahsızlanma çabaları başarısız olmuş, 1933 yılından itibaren de Avrupa’da yeni bir savaş rüzgârı esmeye başlamıştı.
- Almanya, Versay Antlaşması’nın hükümlerini çiğneyerek, silahsız bölge ilan edilen Ren Bölgesi’ne asker sokmuş, İtalya, Habeşistan’a (Etiyopya’ya) saldırmış, Japonya ise Boğazlar Komisyonu’nun garantör devletlerinden biri olmasına rağmen Milletler Cemiyeti’nden ayrılarak Çin’e ait Mançurya’ya saldırmış ve Almanya ile yakınlaşmaya başlamıştı.
- Bu durum karşısında Türkiye, uluslararası barış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlüğü ileri sürerek, Boğazların güvenliğini sağlamak ihtiyacı ile Milletler Cemiyeti’ne başvurdu. Bu başvuruda Boğazların statüsünün değiştirilmesi isteğini belirtti.
- İsviçre’nin Montrö şehrinde toplanan konferans sonucunda 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı (Konferansa İngiltere, Fransa, Türkiye, Rusya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan katılmıştır).
Bu sözleşmeye göre;
- Lozan Antlaşması ile kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün görev ve yetkileri Türk Devleti’ne bırakıldı.
- Lozan Antlaşması’yla Boğazların her iki yanında askersiz duruma getirilmiş alanda, Türkiye’nin asker bulundurması kabul edildi.
- Yabancı ticaret gemilerinin Boğazlardan her iki yönde geçişi serbest bırakıldı.
- Yabancı savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi için bazı sınırlamalar kabul edildi ve Türkiye’nin isteğine bırakıldı.
- Türkiye savaşa girerse veya savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, Boğazları istediği gibi açıp kapayabilecekti.
Önemi;
- Türkiye Boğazlarda kesin egemenlik sağladı. 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla başlayan Boğazlar Sorunu tamamen çözüme kavuştu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Doğu Akdeniz’de ve uluslararası dengelerde önemi arttı (Boğazlarda asker bulundurabilme hakkına sahip olmasıyla).
Not: Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde sonra Türkiye, Sovyet Rusya’dan uzaklaşırken (ilk defa) İngiltere’ye yaklaşmaya başlamıştır.
Sadabat Paktı (9 Temmuz 1937)
- 1936 yılında İtalya’nın Habeşistan’ı işgali, Akdeniz ve Ortadoğu’da büyük bir tehlike ve endişe yaratmıştı.
- Türkiye yaklaşan bu yeni savaş tehlikesi karşısında, bir taraftan Balkan devletleriyle ilişkilerini sıklaştırarak, Balkan Paktı’nı imzalayıp batı sınırlarını güvenceye alırken; diğer tarafta da dostluk ilişkilerini sürdürmeye çalıştığı Ortadoğu’daki devletlerle ortak savunma tedbirleri almaya yöneldi.
- Afganistan ile I. İnönü Muharebesi sonrasında 1 Mart 1921 tarihinde bir dostluk antlaşması imzalanarak kardeşlik bağları kurulmuştu.
- Türkiye’nin, Afganistan ve İran ile çoktan beri var olan dostluğuna, 1937’de Irak’ta ortak olmuş ve adı geçen bu devletlerarasında İran’ın başkenti Tahran’da Sadabad Sarayı’nda 9 Temmuz 1937’de aynı adı taşıyan dostluk ve ittifak antlaşması imzalanmıştır.
Not: Suriye, Türkiye ve Irak ile olan sınır sorunları nedeniyle pakta katılmamıştır.
Not: İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti ile başlayan Türk – İran Dostluğu Sadabat Paktı’nın kurulmasında etkili olmuştur.
Pakt’ın amacı, Almanya ve İtalya’nın yayılmacı tutumları karşısında, Ortadoğu’da barışı sürdürmek, karşılıklı olarak sınırları güvenlik altına almak ve dünya barışına katkıda bulunmaktır.
Pakt’a göre taraflar;
- Birbirlerine saldırmamayı,
- Ortak sınırlarının dokunulmazlığına uymayı,
- Birbirlerinin içişlerine karışmamayı ve dostluğa zarar verecek her türlü davranıştan kaçınmayı,
- Herhangi bir saldırı olursa birbirlerine yardımcı olmayı kabul etmiştir.
Önemi; Sadabat Paktı ile Türkiye yaklaşan II. Dünya Savaşı öncesinde batı sınırlarından sonra doğu sınırlarını da güvence altına almış oldu.
Not: Pakt’ın merkezi 1955’te Irak’a taşınarak “Bağdat Paktı” olarak adı değişti. 1958’de Irak, Pakt’tan ayrılınca, Pakt’ın merkezi Ankara’ya nakledilerek adı “Cento” olarak değiştirildi. Cento’ya daha sonra İngiltere ve ABD’de üye olmuştur.
Not: Balkan Antantı ve Sadabat Paktı, II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla önemlerini kaybetmişlerdir.
Not: 1979’da İran – Irak Savaşı’nın çıkmasıyla pakt tamamen sona ermiştir.
- TBMM Hükümeti ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile Misak-ı Milli’ye aykırı olarak Hatay, Türkiye toprakları dışında kalmıştı (Fransa’nın sömürgesi olan Suriye’ye bırakılmıştı.).
- Ancak, aynı antlaşmaya göre İskenderun ve Antakya’yı da içine alacak şekilde Hatay Bölgesi’nde dili Türkçe olan özel bir yönetim kurulması ve bölgede yaşayan Türklerin kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan yararlanması da ilke olarak kabul edilmişti.
- Fransa, II. Dünya Savaşı tehlikesi belirince 1936 yılında Suriye, Lübnan ve Hatay’daki manda yönetimini kaldırarak Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık vermeyi kabul etti ve bu bölgedeki askerlerini geri çekerek Avrupa’ya döndü.
- Bütün bu gelişmeler üzerine Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Hatay Sorunu’nun uluslararası hukuk kurallarına göre çözümlenmesini istemiştir. Not: Türkiye, Hatay ve İskenderun’un (Sancak’ın) Suriye’ye bağlanmasını engel olmak için konuyu uluslararası platforma taşımıştır.
- Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nden isteği, Hatay bölgesinin kendisine verilmesi değildir. Sadece buradaki halkın kendi hür iradeleri ile karar vermelerinin sağlanmasını istemiştir.
Not: Türkiye’nin bu isteği doğrultusunda Avrupalı Devletlerce oluşturulan rapor; İsveç temsilcisi General Sandler Raporu’dur.
Not: Hatay sorununda İngiltere Ortadoğu’daki çıkarları nedeniyle Türkiye’yi desteklemiştir.
Teklif kabul edilerek Milletler Cemiyeti’nin aracılığı ile Türkiye ve Fransa arasında görüşmeler başladı. Sonuçta Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında yapılan seçim sonucunda 2 Eylül 1938’de Hatay Bağımsız Devleti kuruldu. Not: Hatay devlet başkanlığına “Tayfur Sökmen”, meclis başkanlığına “Abdulgani Türkmen”, hükümet başkanlığına “Abdurrahman Melek” seçilmiştir. Hatay Devleti’nin bağımsızlığı yaklaşık on ay sürdü. Hatay Cumhuriyet Meclisi’nin 30 Haziran 1939’da Anavatan’a katılma kararı alması üzerine, Antakya ve İskenderun dâhil Hatay ili Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dâhil oldu (7 Temmuz 1939’da Hatay ili kuruldu).
Not: Suriye sınırımız bugünkü şeklini aldı ve böylece Hatay sorunu da Misak-ı Milli’ye uygun olarak çözümlenmiş oldu.
Not: Hatay’ın Türkiye’ye katılmasında en önemli etken bu ilin çoğunluğunu Türk nüfusun oluşturmasıdır.
Not: Fransa, II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle Hatay’ın Türkiye’ye katılması olayına fazla direnememiş ve kabul etmek zorunda kalmıştır.